Türkiye’den Yargıtay’dan Skandal Karar: Cinsel İlişkiyi Reddetmek “Haksız Tahrik” Sayıldı

 

 

Göksu Başaran

16 Ağustos 2025

 

Türkiye’de kadın hakları tartışmalarını yeniden alevlendiren bir karara imza atan Yargıtay, cinsel ilişkiyi reddetmenin “haksız tahrik” kapsamında değerlendirilebileceğine hükmetti. Bu karar, yalnızca bireysel bir dava üzerinden değil, toplumsal sonuçları itibarıyla da büyük tepki topluyor.

 

Böyle bir yaklaşım kadının en temel hakkı olan “rıza” ilkesini zayıflatıyor. Cinsel ilişkiye zorlamanın asla haklı görülemeyeceğini belirten uzmanlar, bu tür bir kararın “hayır” deme özgürlüğünü fiilen ortadan kaldırdığına dikkat çekiyor.

 

Ayrıca, şiddet uygulayan failin cezasında indirim yapılması, benzer davalarda emsal oluşturabileceği için kadınların ve LGBTİ+ bireylerin beden bütünlüğü ve yaşam hakkı açısından ciddi bir tehdit anlamına geliyor. Eleştiriler, bu yaklaşımın toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmelerine de aykırı olduğunu vurguluyor.


Türkiye’de kadına yönelik şiddet, her geçen gün yeni vakalarla gündeme gelirken, Yargıtay’dan gelen bu karar kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Yüksek Mahkeme, cinsel ilişkiyi reddetmenin “haksız tahrik” sayılabileceğine hükmetti.

 

Bu yaklaşım, özellikle kadınların en temel haklarından biri olan cinsel ilişkiyi reddetme ve kendi bedeni üzerinde söz sahibi olma hakkını tartışmaya açtı. Eleştiriler, kararın şiddeti önlemek yerine failler lehine bir “ceza indirimi mekanizması” oluşturduğunu ve kadınların güvenliğini daha da tehlikeye attığını gösteriyor.

 

Haksız tahrik nedir?

 

Türk Ceza Kanunu’na göre haksız tahrik, bir kişinin haksız bir davranışa maruz kalması sonucu öfkeye kapılarak suç işlemesi durumunda uygulanan bir indirim mekanizmasıdır. Örneğin ağır hakaret, saldırı veya tehdit gibi durumlarda, failin öfke ile hareket ettiği kabul edilerek cezası belli oranda indirilebilir.

 

Ancak Yargıtay’ın son kararı, cinsel ilişkiyi reddetmeyi bu kapsama dahil ederek büyük tartışma yarattı. Çünkü bu yaklaşım, kadının veya partnerin en doğal hakkı olan “hayır deme” özgürlüğünü fiilen yok sayıyor.

 

Hukukçulara göre bu yorum, “rıza” kavramının altını boşaltıyor ve cinsel ilişkiye zorlamayı dolaylı şekilde meşrulaştırıyor. Böyle bir anlayış, hem kadınların hem de LGBTİ+ bireylerin beden bütünlüğünü tehlikeye atarken, şiddet uygulayan fail lehine ceza indirimi sağlayarak adalet duygusunu zedeliyor.

 

Haksız tahrikin amacının bireyleri korumak olduğunu, ancak bu tür genişletilmiş yorumların kadına yönelik şiddeti teşvik eden bir sonuç doğurabileceğini vurguluyor.

 


Kadın hakları savunucularından tepki

 

Kararın ardından birçok kadın örgütü ve hukukçu sert tepki gösterdi. Eleştiriler, Yargıtay’ın bu yorumunun, kadına yönelik şiddeti dolaylı biçimde meşrulaştırdığı yönünde. Kadın hakları savunucuları, “Bir kadının istemediği zaman cinsel ilişkiye girmemesi en temel hakkıdır; bu hakkı kullanmak bir ‘tahrik’ olarak değerlendirilemez.” görüşünü dile getiriyor.

 

Uzmanlara göre, cinsel ilişkiye zorlamayı hafifleten ya da haklılaştıran her türlü yaklaşım, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştiriyor. Bu tür kararlar, fail lehine ceza indirimi sağlayarak yalnızca bireysel davalarda adaleti zedelemekle kalmıyor, aynı zamanda şiddetin toplumsal olarak normalleşmesine yol açıyor.

 

Kadın örgütleri ayrıca, bu kararın kadına yönelik şiddetle mücadele politikalarıyla çeliştiğini ve Türkiye’de kadınların adalet mekanizmasına olan güvenini sarsacağını belirtiyor. Hukukçular, özellikle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin ardından kadınların korumasız bırakıldığını, bu tür kararların ise failleri cesaretlendirdiğini vurguluyor.

 

Uluslararası hukuk açısından sorunlu

 

Yargıtay’ın kararı yalnızca kadınların “hayır deme hakkını” tartışmaya açmakla kalmıyor; aynı zamanda hukuk teorisinin en temel kavramlarından biri olan rıza ile doğrudan çatışıyor. Modern ceza hukukunda “rıza”, yalnızca cinsel ilişkide değil, tıptan iş hukukuna kadar birçok alanda bireyin özerkliğini tanımlayan evrensel bir ilkedir.

 

Bu kararla birlikte Türkiye yargısı, aslında rıza kavramının içini boşaltmış oluyor. Çünkü rızanın reddi, “haksız tahrik” sayıldığında, bireyin kendi bedeni üzerindeki tasarruf hakkı ikinci plana itiliyor. Bu, yalnızca kadınlar için değil, toplumun bütün bireyleri için tehlikeli bir hukuki açılımdır. Yarın öbür gün, iş hayatında bir sözleşmeye imza atmamak ya da siyasi bir görüşe katılmamak bile “tahrik” olarak yorumlanabilir mi? Kararın mantığı bu soruyu bile meşru hale getiriyor.

 

Dahası, bu yaklaşım yalnızca yetişkin kadınları değil, çocuk yaştaki kız çocuklarını da doğrudan etkiliyor. Türkiye’de hâlâ varlığını sürdüren çocuk yaşta evlilikler ve zorla evlendirilen kız çocukları düşünüldüğünde, Yargıtay’ın bu kararı daha da vahim hale geliyor. Çünkü bu yorum, küçük yaşta evlendirilen veya rıza göstermeyen kız çocuklarının maruz kaldığı şiddeti de “tahrik” kapsamında değerlendirerek, failleri ceza indirimiyle koruma ihtimalini gündeme getiriyor. Bu ise uluslararası hukukta açıkça çocuk hakları ihlali anlamına geliyor.

 

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocuğun beden bütünlüğünü ve cinsel istismardan korunma hakkını mutlak güvence altına alırken, Türkiye’de en yüksek yargı organının verdiği bu karar, bu güvenceleri kağıt üzerinde bırakıyor. Dolayısıyla mesele, yalnızca kadınların değil; çocukların, özellikle de kız çocuklarının korunma hakkını yok sayan bir tablo ortaya çıkarıyor.

 

Daha da ileri giden yorumlar, bu kararın aslında yalnızca bir “cinsel suç” meselesi değil, otoriterleşen devletin hukuk anlayışının toplumsal hayatın en mahrem alanına kadar sirayet etmesi olduğunu söylüyor. Kadının veya kız çocuğunun “hayır” deme hakkı tartışmaya açıldığında, aslında toplumun bütün fertlerinin özgür iradesi tehdit altına girmiş oluyor.