
Yazan: Göksu Başaran
7 Eylül 2025
Şiddet artık yalnızca bir olgu değil; bir dil, bir yöntem ve bir siyaset mimarisi. Türkiye’de yıllardır “kâğıt üzerinde” bulunan yasaların uygulanmaması, idari makamların seçici davranması ve cezasızlığın fiilî bir politika hâline gelmesi, şiddeti hem meşrulaştırıyor hem de toplumsal hafızada olağanlaştırıyor. Dahası bu eğilim, son yıllarda ABD, Hollanda ve Almanya gibi demokrasilerde de farklı ölçek ve biçimlerde görünür hâle geldi: nefret söylemlerinin ana akımlaşması, çevrim içi lincin siyasal mobilizasyon aracı olarak kullanılması, güvenlikçi söylemin genişlemesi ve hukukun “esnetilmesi”. Bu yazı, “şiddet artıyor” cümlesini tekrarlamak yerine, bu artışın nasıl üretildiğini, hangi mekanizmalarla yayıldığını ve neden “kâğıt üzerindeki yasa” ile “gerçek hayat” arasında bu kadar derin bir uçurum bulunduğunu anlatmayı amaçlıyor.
Şiddetin Dönüşen Ekolojisi: Söz, Sembol, Platform
Bugünün şiddeti salt fiziksel saldırıdan ibaret değil. Sözlü saldırı, dijital taciz, ekonomik dışlama, idari keyfiyet ve medya manipülasyonu, birlikte işleyen bir ekoloji oluşturuyor. Siyaset kurumu, medyanın bir bölümü ve sosyal platformlar üzerinden yayılan toksik dil, fiziksel saldırının eşiğini düşürüyor. Bir siyasetçinin veya kanaat önderinin kurduğu bir cümle, binlerce bot hesabın çoğaltmasıyla “meşru” hissi kazanıyor; geleneksel medya bu gürültüyü haberleştirince, söylem “toplumsal gerçeklik” kılığına bürünüyor. Böylece nefret, önce bir mizah tınısıyla dolaşıma giriyor, ardından istisna değil “günün normu” gibi algılanmaya başlıyor.
Kâğıt Üzerindeki Hukuk ve Sahadaki Gerçeklik
Türkiye’de şiddetle mücadele mevzuatı başlıklara bakıldığında zayıf değildir; sorun, uygulama basamaklarında başlar. Kolluk kuvvetinin şikâyet alma pratiği ile savcılığın soruşturma açma eşiği arasında, mağdur aleyhine genişleyen bir boşluk doğar. Yargının iş yükü, delil toplama kalitesi, bilirkişilik ve raporlama süreçlerindeki gecikme, caydırıcılığı azaltır. Karar çıksa bile infazın ertelenmesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması veya iyi hâl indirimleri, failin “nasıl olsa bir şey olmaz” duygusunu besler. Bu zincirin her halkası, tek tek küçük gibi görünen ama toplamda büyük bir meşrulaştırma makinesidir.
Türkiye Örneği: Cezasızlığın Siyasî Ekonomisi
Türkiye’de şiddetin normalleşmesinin üç belirgin kanalı var. Birincisi, “güvenlik” adı altında genişleyen idari yetkiler ve toplantı-gösteri hakkının rutin kısıtlanması. İkincisi, medya alanındaki tekelleşme ve seçici haberleştirme; şiddet mağdurlarının sesi duyulmazken, failin hikâyesi “insanî hata” çerçevesinde yumuşatılabiliyor. Üçüncüsü, sosyal medyada organize trol ağları: hedef gösterme, kişisel verileri dökme, yargıyı etkilemeye dönük kampanyalar ve “gündem mühendisliği”. Bu üç kanal, sahadaki kolluk pratiği ve yargısal gecikmelerle birleştiğinde, kâğıttaki yasa anlamını yitiriyor.
ABD, Hollanda ve Almanya: Demokratik Rejimlerde Açılan Çatlaklar
“Kurumsallaşmış demokrasi”ler de şiddetten muaf değil. ABD’de kutuplaştırıcı kültür savaşları, silah şiddetinin sürekliliği ve çevrim içi nefretin fiziksel saldırıya evrilmesi, hukukî korumaların algısal etkisini azaltıyor. Almanya’da aşırı sağ şiddeti ve siyasetçilere yönelik saldırılar, demokratik konsensüsün kırılganlığını hatırlatıyor. Hollanda’da göç, barınma ve kimlik siyasetleri etrafında yükselen sert dil, çevrim içi tacizi ve günlük hayattaki mikrosaldırıları çoğaltıyor. Bu örneklerin ortak paydası şu: hukuk var, ama siyasal söylem ve platform mimarisi, uygulamanın ruhunu zayıflatıyor.
Platform Mimarisi: Algoritmaların Şiddet Teşviki
Sosyal medya, dikkat ekonomisinin kurallarıyla çalışıyor. “Öfke ve korku”, etkileşimi artırdığı için ödüllendiriliyor. Algoritmalar, tartışmalı içeriği daha görünür kılıyor; trol ağları da bu dinamiği milisler gibi kullanıyor. Hesap kapatma veya içerik kaldırma kararları şeffaf değil; itiraz yolları yorucu ve sonuçsuz. Böylece mağdurlar geri çekilirken, failin sesi baskınlaşıyor. Bu, yalnızca bireysel “kötü niyet” meselesi değil; teknik tasarımın siyasî sonuçlar üretmesi.
Dil, Sembol ve Meşruiyet: “Şaka”nın Siyaseti
Şiddet dilinin ilk durağı ironi ve “şaka”dır. Bir gruba dönük aşağılayıcı bir ifade “mizah” ambalajıyla verilir; tepki gelince “şaka yaptık” denir. Bu teknik, sınırları test eder: toplum tepki vermiyorsa bir sonraki adım daha sert olur. Semboller de benzer rol oynar; bir kolye, bir bayrak, bir jest, bir işaret, bir karikatür… Sembollere yüklenen niyet okuma, gerçek kişiyi hedefe koymak için kullanılır. Bu süreç politik aktörlerin işine yarar, çünkü soyut bir korku ve somut bir düşman üretir.
Cezasızlığın Psikolojisi: Fail ve Seyirci
Cezasızlık yalnızca faile cesaret vermez, seyirciyi de dönüştürür. Sürekli şiddet görüntüsü izleyen toplum, bir süre sonra duyarsızlaşır. Mağdurun hikâyesi “bize de olabilir” hissini yitirir, “bir şey yapmıştır” şüphesine yerini bırakır. Böylece kolektif empati erozyona uğrar ve şiddeti durdurabilecek en güçlü fren mekanizması—toplumsal vicdan—zayıflar.
Hukuku Canlandırmak: Metinden Pratiğe
Gerçek çözüm, “daha fazla yasa” değil; mevcut çerçevenin nitelikli uygulanmasıdır. Kolluk için zorunlu şiddet ve nefret suçu eğitimi, savcılıkta nefret ve cinsiyete dayalı şiddet birimlerinin güçlendirilmesi, hızlı delil toplama protokolleri, mağdur odaklı adalet ve koruma tedbirlerinin erişilebilirliği esastır. İyi hâl indirimlerinin sınırlandırılması, failin dijital taciz ve organize hedef göstermedeki rolünü ayrıca cezalandıran düzenlemeler ve çevrim içi platform kararlarının yargısal denetimine açık, şeffaf bir mekanizma gerekir. Medya için doğrulama zorunlulukları, haber dilinde mağduru ikinci kez yaralamayan pratikler ve açık kaynaklı iz sürme tekniklerinin yaygınlaştırılması şarttır.
Sivil Toplum ve Medya İçin Yol Haritası
Şiddetin normalleşmesini kırmak, yalnızca mahkeme salonlarının meselesi değil. Yerel ağlar, belediyeler, barolar, gazetecilik örgütleri ve teknoloji uzmanları birlikte çalışmadan sonuç alınamaz. Mağdurlar için güvenli başvuru hatları, ücretsiz psikososyal destek ve hukuki danışmanlık erişimi, hızlı raporlama formları ve delil arşivleme standartları oluşturulmalıdır. Haber odaları, çevrim içi lince karşı “koruma protokolleri” geliştirmelidir: hedef gösterilen kişiyle hızlı temas, görsel ve kişisel veri gizleme, sahte hesap taksonomileri, kampanya analizi ve platformlara eşzamanlı bildirim gibi. Platformlara yönelik kamu baskısı, şeffaflık raporlarının ayrıntı düzeyini artırmaya, içerik moderasyon kararlarını denetlenebilir hâle getirmeye yönelmelidir.
Türkiye İçin Kısa Vadede Yapılabilecekler
Bugün itibarıyla uygulanabilir üç adım, somut fark yaratır. Bir: İl emniyetleri ve savcılıklar düzeyinde nefret ve dijital şiddet dosyaları için “hızlı hat” oluşturulması ve tek dosya numarasıyla tüm başvuruların izlenmesi. İki: Baroların dijital taciz ve nefret vakalarına özel gönüllü avukat havuzu kurması, ifade alma süreçlerinde mağdura refakat ve delil toplama rehberliği sunması. Üç: RTÜK ve Basın Meslek İlkeleri çerçevesinde, mağduru teşhir eden ve hedef gösteren yayınlara hızlandırılmış inceleme—yalnızca ceza değil, düzeltme/hak cevap mekanizmalarının gerçekten işler hâle getirilmesi.
ABD, Hollanda ve Almanya’dan Alınabilecek Dersler
Bu ülkelerde sivil toplum-universite-medya işbirliğiyle üretilen veri tabanları, nefret olaylarını düzenli izleme ve karşı önlem geliştirmede etkili oluyor. Türkiye’de de benzer, standardize edilmiş açık veri girişimleri, kamu kurumlarını sorumluluğa zorlar. Ayrıca bu ülkelerde polis şiddeti veya aşırı sağ saldırılarının hesabı sorulamadığı durumlarda bile güçlü sivil izleme ve stratejik dava programları kamusal gündemi diri tutuyor. Ders şudur: hukukun tıkandığı yerde delil, veri ve stratejik iletişim, siyasî maliyeti yükselterek uygulamayı zorlar.
Sonuç: Şiddetin Normalini Reddetmek
Şiddet, yalnızca bir eylem değil; şartlar uygun olduğunda kendini yeniden üreten bir ekosistem. Yasalar kâğıt üzerinde kaldıkça, siyaset dili düşmanlaştırmayı ödüllendirdikçe ve platform mimarisi öfkeyi teşvik ettikçe, bu ekosistem büyüyor. Çözüm; hukuku metinden pratiğe indirmek, dili sorumlu bir zemine taşımak ve platformları şeffaflığa zorlamakla mümkün. Her yeni vaka için “bu da geçer” demek yerine, delil toplamayı, başvuru yollarını ve kamusal hafızayı güçlendiren sistemleri kurmak zorundayız. Şiddetin normalini reddetmek, tek bir mahkeme kararından daha fazlasını gerektiriyor: müşterek bir siyaset dili, hesap soran bir kamuoyu ve işleyen bir adalet mimarisi.